Köylünün şehirliyi aldatması

Köylünün şehirliyi aldatıp yalancıktan ve birçok ısrarla köye çağırması
Kardeş, eskiden bir şehirliye köylünün tanışıklığı vardı.
Köylü, şehre geldikçe şehirlinin mahallesine çadır kurar, evine kurulup otururdu.
İki ay, üç ay ona konuk olur, dükkanına geçer oturur, sofrasına çökerdi.
Şehirli, köylünün ne ihtiyacı varsa bedavaya yerine getirir, düzer koşardı.

Köylü bir gün yüzünü şehirliye döndü de dedi ki: “A efendim, sen hiç köye gelmez, hiç seyre seyrana
çıkmaz mısın?
Allah aşkına olsun bütün oğullarını getir. Şimdi tam gül mevsimi, ilkbahar.
Yahut da yazın meyve zamanı gel de hizmetine kemer kuşanayım.
Soyunu sopunu, çoluk çocuğunu,akrabalarını getir, köyümüzde üç, dört ay kal.
Bahar çağında köy pek hoş olur, çayırlık, çimenlik, gönle ferah veren gönül çeken lâlelik kesilir”


Şehirli, başından savmak için ona vaatte bulundu, vaadinin üstünden de sekiz yıl geçti.
Köylü, her yıl “ Ne vakit geleceksin. Kış gelip çattı” der,
O da “ Bu yıl filan yerden konuk geldi.
Müsaade edin de gelecek yıl, işten, güçten kurtulursam gelirim” der,
Köylü “ Ailem, ey kerem sahibi, çoluğunu, çocuğunu bekleyip duruyor” diye karşılık verirdi.

Her yıl leylek gelince köylü de gelir, şehirlinin evine konardı.
Şehirli, her yıl altınından, malından köylüye harceder, onun üstüne kanat gererdi.
Nihayet son defa o yiğit köylü, tam üç ay şehirliye misafir oldu.O da, ona sabah akşam sofra yaydı, yedirdi,içirdi.

Köylü, utanıp yine “ Efendim, kaç keredir vadettin, beni kaç kere beni kaç keredir aldattın bu, niceyedir?”dedi.

Şehirli dedi ki: “ Canım da, bedenim de buluşmayı isteyip duruyor ama her hareket, onun takdiriyle.






İnsan yelkenli gemiye benzer. Rüzgârı estiren bakalım onu ne yana sürecek?”
Köylü, yine şehirliye andlar vererek “ Ey kerem sahibi, çoluğunu çocuğunu al, gel de ikramı gör” deyip.
Elini tuttu. Üç kere and verdi, “ Allah için olsun gayret et, tez gel” dedi.
Bunun üstüne on yıl geçti. Her yıl böyle lâflar eder, tatlı tatlı vaatlerde bulunurdu.
Şehirlinin çocukları “Baba ay da sefer eder, bulut da gölge de.

Köylü bunca hakkın geçti. Onun için nice zahmetler çektin.
O da, sen ona konuk olasın da hiç olmazsa bu hakların bir kısmını olsun ödemek ister.
Bize, onu kandırın, köye getirin diye gizlice bir çok ricalarda bulundu” dediler.
Şehirli dedi ki: “Yavrucuğum, doğru ama iyilik ettiğin kişinin şerrinden sakın demişler.
Dostluk, son demdedir. Korkarım ki bir şey olur da tohum bozulur”

Sohbet vardır, keskin bir kılıca benzer, bostanı, ekini kış gibi kesip biçer.
Sohbet vardır, ilkbahar gibidir. Her tarafı yapar, sayısız meyveler verir.
İhtiyat ve tedbir ona derler ki kötü zannı gideresin, kaçıp kötülüklerden kurtulasın.
Peygamber, “ Tedbir sui zandır” dedi. A boşboğaz, her adımı bir tuzak bil.
Sahranın yüzü dümdüz ve geniştir ama her adımda bir tuzak var, küstahça koşmayı bırak.

Dağ keçisi “Nerde tuzak?” diye koşar, fakat yürüdü mü tuzağa düşer, boğazından yakalanır.
Nerde tuzak diyordun ya, işte buracıkta,bak da gör.Ovayı gördün ama tuzağı görmedin.
A şaşkın, çayırlıkta tuzak, pusu ve avcı olmadıkça kuyruk mu olur?
Bu yere küstahça gelenlerin kemiklerini, kellelerini gör!
Ey seçilmiş kişi, mezarlığa var da onların kemiklerine başlarından geçenleri sor!

O kör sarhoşlara bak da aldanış kuyusuna baş aşağı nasıl düştüler, açıkça gör!
Gözün varsa körcesine gelme, gözün yoksa eline bir sopa al.
Tedbir ve ihtiyat sopan yoksa bir gözlüyü kılavuz edin.
Tedbir ve ihtiyat sopan yoksa kılavuzsuz her yolun başında durma.
Körün adım atması gibi ihtiyatla adım at da ayağın kuyudan da kurtulsun, köpekten de.

Kör, bir kazaya uğramayayım diye titreye, titreye korkar ve ihtiyatlı adım atar.
Ey dumandan kaçıp ateşe düşen… lokma ararken yılan’a lokma olan.

                                        Seba’lılar ve nimetten azmaları
Seba halkının macerasını okumadın mı? Belki de okudun... okudun ama sesten başka bir şey duymadın.
O dağ, sesi anlamaz ki.. dağın aklı mânaya gidemez ki.
Dağ, akılsız, kulaksız ses verir durur. Fakat sen sustun mu o da susar.

Allah Seba’lılara pek büyük bir genişlik ve rahatlık verdi, yüz binlerce köşk, hayvan ve bağ ihsan etti.
O kötü yaradılışlı adamlar buna şükretmediler. Vefada köpekten de aşağı oldular.
Köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse o kapıya bağlanır, hizmetkâr olur.
Kapıya bekçi kesilir. Ona eziyet edilse yiyeceği lâyıkıyla verilmese bile o kapıyı bırakmaz.
Orada karar eder, başka bir kapıya gitmez.

 Oraya bir garip köpek gelse oradaki köpekler, onu gece gündüz tedibederler.
İlk konağına git. Oradan nimetlendin, o nimetin hakkı, gönlünü oraya rehin etmendir derler.
Yerine git, o nimetin hakkını bundan fazla terketme diye onu ısırırlar.
Sen de gönül ve gönül ehlinin kapısından bir hayli âbıhayat içtin, gözlerin açıldı.
Canın, ehlin diller gönlünden nice şükür, vecit ve kendinden geçiş gıdaları yedi.

 Sonra da yine hırs yüzünden bu kapıyı bıraktın, hırs yüzünden her dükkânın etrafında dönüp
dolaşmadasın.
O çömleği yağlı ihsan sahiplerinin kapısına, arda kalasıca bir tirit için koşup duruyorsun.
Bil ki can, asıl burada yağlanır, ümitsiz bir hâle düşenin işi burada düzelir.
Hastaların, duasıyla şifa dilemek, şifa bulmak için her sabah İsa
aleyhisselam’ın ibadet ettiği yerin kapısına toplanmaları
İsa’nın ibadet yeri, gönül ehlinin sofrasıdır. Kendine gel, kendine ey derde müptelâ, sakın bu kapıyı
bırakma.
Halk her taraftan toplanır, kör, çolak, kötürüm, topal… hepsi.

 Sabahleyin İsa’nın ibadet ettiği yerin kapısına gelir, onun nefesiyle illetten kurtulmayı umarak bekleşirdi.
İsa, o güzel gidişli, evradını bitirince kuşluk çağı dışarı çıkar.
Zayıf, perişan bir çok dertlinin şifa ümidiyle kapıya oturup bekleştiğini görür.
Dua ederde “ Allah, hepinizin muradını verdi,
maksatlarınıza eriştiniz.
Şimdilik illetsiz zahmetsiz yürüyün, Allahnın yargılama ve kerem etmesine doğrulun” der.

 Hepsi ayaklara bağlı develere benzerken himmet edip bağlarını çözer.
Onlar da hemencecik sıhhat bulup onun duasıyla neşelenerek yürür giderlerdi.
Sen de bunca âfetlere uğradın, hepsinden tecrübeler gördün… padişah meşrepli erlerden sıhhat buldun.
Topallığın kaç kere düzeldi, canın kaç defa gamdan, mihnetten kurtuldu.
Sense gâfilcesine kendini de kaybetmemek için ayağına bir ip bağlamış durmaktasın be herif!

 Şükretmiyorsun, nâil olduğun nimetleri unutmuşsun. Bu unutuş, o bal yediğin zamanları hatırına
bile getirmiyor.
Hulâsa o yol, sana bağlandı. Çünkü gönül ehlinin gönlü, senden incindi, sana darıldı.
Çabuk onları bul, kusur dile, tövbe et. Bulut gibi ağla, inle.
De sana onların gül bahçeleri açılsın, sana olgun meyveler saçılsın.
O kapıda dön, dolaş Eshabı Kehf’in köpeğiyle kapı yoldaşıysan köpekten aşağı olma.

Köpekler bile, gönlünü ilk eve bağla diye köpeklere nasihat ederler.
Kemik yediğin ilk kapıya sıkı bağlan, hak gözetmeyi terketme derler.
Edeplensin de oraya gitsin, kurtuluşu o ilk kapıda bulsun diye onu ısırırlar.
Azgın köpek, velinimetine isyan etme.
Halka gibi o kapıya bağlan. O kapıda bekçilik et, o kapıda çevik davran, o kapıda sıçra.

Vefasızlığını apaçık gösterme, beyhude yere vefasızlığı fâş etme.
Köpeklerin âdeti vefakârlıktır. Yürü be, bari köpeklerin adını kötüye çıkarma derler.
Ulu Allah bile vefakârlıkla öğündü de “ Bizden gayrı ahdine kim vefa eder ki?” dedi.
Hakları reddettikten, saymadıktan sonra isteğin kadar vefakâr ol. Bil ki bu vefa, vefasızlığın ta kendisidir.
Çünkü hiç kimse Allah hakkından daha ziyade hak sahibi değildir ki.

 Ana hakkı bile Allah hakkından sonra gelir. Çünkü Allah, anayı senin ana karnındaki şekline borçlu etmiştir.

Allah, seni onun cisminde bir surete bürümüş, gebelik halinde ona seninle istirahat ve huzur vermiş, onu sana alıştırmış.

O da seni kendisinin bir cüz’ü görmüştür. Allah’nın tedbiri anaya ilişik olan o cüz’ü ayırmıştır.
Allah, binlerce sanat ve fen düzdü de ana, sana sevgi bağladı, şefkat gösterdi.
Şu halde Allah hakkı, ana hakkından öncedir, Allah hakkını bilmeyen eşektir.

 Anayı, ananın memesini, sütünü yaratan, onu babayla çift eden O’dur, O’na serkeş olma.
Ey Allah, ey ihsanı kadîm olan, bildiğim de senindir, bilmediğim de.
Sen, Allah’yı an, çünkü benim hakkım hiç eskimez.
O sabah çağında, sizin Nuh’un gemisinde koruduğumuzu, bu suretle lûtuflarda bulunduğumu an.
O zaman sizin aslınızı, atalarınızı tufandan, tufan dalgasından korudum, onlara aman verdim.

 Ateş huylu su, yeryüzünü kaplamıştı. Dalgası, dağların tepelerine kadar çıkıyordu.
Sizi reddetmedim, atanızın atasının atasının varlığında sizi korudum.
Madem ki baş oldun, sana nasıl ayağımla vururum, kendi iş yurdumu nasıl ziyan ederim?
Vefasızlara kendini feda ediyor, kötü bir zan yüzünden o tarafa doğru gidiyorsun.
Bense unutmadan, vefasızlıktan berîyim. Benim yanıma gelsen bile kötü bir zanla gelirsin.

 Sen, hani kendine benzeyenlerin önünde iki kat olursun ya… işte onlar hakkında kötü zanda bulun.
Nice ulu ulu dostlar, yoldaşlar edindin. Sana, nerede onlar diye sorsam gittiler dersin.
İyi dostun yüce göklere gitti kötülük dostunsa yerin dibine geçti.
Ara yerde sen kalakaldın, yardımsız, yardımcısız kervandan arta kalan ve sönmeye mahkûm ateşe döndün.
Ey baba yiğit dost, yukardan, aşağıdan münezzeh olanın eteğini tut.

 O, ne İsa gibi göklere ağar, ne Karun gibi yerlere geçer.
Sen yerden, yurttan alımdan, satımdan kaldın mı o, mekân âleminde de seninle beraberdir, Lâmekân
âleminde de.
Bulanıklardan, duruluklar çıkarır, cefalarını vefa yerine tutar.
Cefakârlıkta bulunursan noksandan kurtulup kemâle erişesin diye kulağını burar.
Sülûkte virdini terk edersen zahmete, mihnete düşer, sıkıntıya uğrarsın ya.

 İşte o tediptir. Yapma, o eski ahdi hiç değiştirme demektir.
Bu iç sıkıntısı bir zincir şeklini almadan, bu gönlünü sıkan şey, ayağını bağlamadan önce.
Bu işareti, beyhude zan etmemen için uğradığın o mâkul zahmet, duyguna hitap eder bir hâle gelir ve
meydana çıkar.
Suç işlediğin zaman iç sıkıntıları gönlünü kaplar, bu sıkıntılar, ecelden sonra ist zincir şekline bürünür.
Burada bizi anmaktan çekinen kişiye dar bir yaşayış verilir ve körlükle cezalanır.

 Hırsız, insanların mallarını çaldı mı bir iç sıkıntısı, bir darlık gönlünü tırmalamaya başlar.
O, bu sıkıntı, bu darlık nedir ki? der. Şerrinden ağlayan mazlum yok mu? İşte onun sıkıntısı, onun darlığı.
Bu darlığa, bu sıkıntıya pek aldırış etmezse bu inadının rüzgarı ateşini üfler.
Hulâsa gönül sıkıntısı, memurların sıkıştırması hâline gelir, o mânalar, duyulur, görülür bir hâle gelip
meydana çıkar.
Dertler, zindan ve çarmıh olur. Dert; köktür, kök; dal budak verir.

 Kök gizliydi, meydana çıktı. Sen de darlığını, ferahlığını bir kök bil.
Kötü kökse hemencecik, çabucak onu sök ki çimenlikte çirkin bir diken çıkmasın.
İç sıkıntısı görünce ona bir çare bul. Çünkü dallar, hep kökten meydana gelir.
Genişlik gördün mü de onu sula, yetişip meyve verince dostlara dağıt.
Seba’lılar hikâyesi
Seba’lılar, heveslerine uymuş ham kişilerdi. İşleri, güçleri büyüklerin nimetlerine karşı nankörlükte
bulunmaktı.

 Bu nankörlük, âdeta sana ihsan eden adama karşı kötülükte bulunmana, onunla savaşmana benzer.
Meselâ, o iyilik edene, ben bu iyiliği istemiyorum, bundan inciniyorum, neden beni incitiyorsun?
Lûtfet de bu iyiliği yapma. Ben, göz istemiyorum, beni kör et, dersin, işte bunun gibi.
Seba’lılar da “ Şehirlerimiz birbirine çok yakın, onları uzaklaştır. Kötülük, çirkinlik bize daha iyi, bizim
ziynetimizi güzelliğimizi al.
Biz, bu köşkleri, bağları, bahçeleri istemiyoruz. Ne güzel kadınlarla işimiz var, ne emniyet ve huzurla.

 Şehirler, birbirine pek yakın. Halbuki orada ne boş bir çöl, ne güzel bir ova var. Orada yırtıcı hayvanlar,
canavarlar vardır” dediler.
İnsan yazın kışı ister, fakat kış geldi mi bundan da vazgeçer, istemez.
Bir hâle katiyen razı olmaz. Ne darlıktan hoşlanır, ne genişlikten, boşluktan.
Geberesi insan, efendisine ne de kâfirdir ya… hidayete nail oldu mu tutar, inkâra sapar.
Nefis, bu çeşit mahlûklardandır da onun için gebertilmeye lâyıktır… onun için ulu Allah “ Öldürün
nefislerinizi” demiştir.

 Nefis, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan kurtulmana imkân mı var ?
Heva ve hevesi terketme ateşini vur şu dikene… iyi işli dosta uzat elini, sarıl ona!
Seba’lılar, haddi aşınca bize veba, seher yelinden daha iyi diyecek derecede taşkınlık gösterince,
Öğütçüler, onlara öğüt verdiler, kötülüklerine, küfürlerine mâni olmaya çalıştılar.
Fakat onlar öğütçülerin kanlarına kastediyorlar, kötülük ve kâfirlik tohumu ekiyorlardı.

 Kaza geldi mi bu cihan daralır, tatlı helva bile ağzında zehir kesilir demişler.
Kaza gelince göz kapanır da göz gözü görmez olur.
O atlının hilesi, bir toz kopardı mı o toz , seni yardım dilemeden bile uzaklaştırır.
Atlıya doğru yürü, toza doğru değil. Yoksa atlının tozu, seni ezer, bitirir.

 Allah bu kurdun yediği adama “ Kurdun tozunu gördü de neden feryad etmedi?
Kurdun kopardığı tozu bilemedi. Bunca bilgisiyle, bunca hüneriyle neden yayılıp otlamağa koyuldu?
Koyunlar bile kendilerine zarar verecek olan kurdun kokusunu duyar, ondan taraf taraf kaçarlar.
Hayvan bile aslanı kokusundan anlar da otlamayı bırakır”
der.
Aslanın kızgınlığından bir koku aldın mı dön Allah’ ya sığınmaya, yalvarmaya koyul.

 Onlar, kurdun tozundan ürkmediler, çekinmediler. Tozun ardından o koca mihnet kurdu çatıp geldi.
O koyunları, hışımla paraladı gitti. Onlar, akıl çobanından göz yummuşlardı.
Onları, çoban ne kadar çağırdı da gelmediler… çobanın gözüne toz, toprak serptiler.
“ Yürü be, biz senden ziyâde çobanız… her birimiz başız, uluyuz. Böyle olduğu hâlde nasıl sana uyarız?
Biz kurtlara lokmayız, senin adamın değil. Ateşin odunlarıyız, utanma arlanma yok bizde” dediler.

 Bilgisizlik, akılda bir taassuptur ki buna tutulanların şehirlerinde kargalar şom, şom bağırışırlar, yerleri,
yurtları harabeye döner.
Onlar mazlûmlar için kuyu kazdılar ama kazdıkları kuyuya kendileri düştüler, ah etmeye başladılar.
Yusufların derilerini yüzdüler, fakat kendi yaptıklarını birer birer buldular.
O Yusuf kimdir? Senin Hak arayan gönlün. O gönül, bir esir gibi senin yurdunda bağlıdır.
Bir Cebrail’i direğe bağlamış, koluna, kanadına yüzlerce yara açmış, perişan etmişsin de.

 Sonra da önüne kebap olmuş dana getiriyor, bazan da onu samanlığa götürüp
Hadi ye, işte bizim yağlı gıdamız budur diyorsun.Halbuki ona Allah vuslatından başka gıda yoktur.
O dertlere düşmüş zavallı da bu işkenceden bu sınanmadan kırılıp senden Allah’ya şikâyet ederek der ki:
“ Yarabbi, bu kocamış kurttan elâman.” Allah da ona “Sabret, işte vakit geldi.
Haberi olmayan her kişiden öcünü alacağım” der. Feryada erişen Allah’dan başka kim feryada erişir ki.

 O “ Yarabbi, yüzünün ayrılığından sabrım bitti. Yahudiler elinde âciz kalmış Ahmed’im Semud kavminin
hepsine düşmüş Salih’im.
Ey Peygamberlerin canlarına kutluluk bağışlayan.Ya beni öldür, ya kendine çağır, yahut da sen gel!
Kâfirlere bile ayrılığına tahammül yok…onların bile her birisi, keşke toprak olsaydım, der.
“ Kâfirin bile hâli böyle olursa senin ülkenden olanın hâli, sensiz ne olur?” der.

 Halk da der ki “ Öyledir, doğru ey temiz adam. Fakat söz dinle, sabret sabır iyidir.
Sabah yaklaştı, sus, çok coşma. Ben senin için çalışıp duruyorum, sen çalışma!”
Şehirlinin, köylünün daveti üzerine köye gitmesi
Ey yiğit arkadaş, dön… bu söz hadden aştı. Köylü, şehirliyi evine nasıl götürdü, onu söyle.
Seba’lıların hikâyesi bir tarafta kalsın, daha iyi.Sen şehirlinin köye gelişini anlat.
Köylü, yaltaklandıkça, yaltaklandı. Nihayet şehirlinin reyi, tedbiri elden gitti, şaşırdı, ahmaklaştı.

 Köylünün haber üstüne haber salması, nihayet şehirlinin duru suyunu bulandırdı.
Bir taraftan da çocukları neşeyle “ Baba, gezer oynarız, ne olur?” demeye başladılar.
Yusuf gibi. Onu da “ Gezer oynarız” sözü tuhaf bir takdir neticesi babasın gölgesinden ayırdı.
O oyun değil, canlı oynayış… hile , düzen, hainlik.
Seni dostundan ayıran sözü dinleme.O sözde ziyan vardır, ziyan!

 Hattâ o sözde sad edenler sad vefkının faydası bile olsa aldırış etme. Altın için hazineyi bırakma
yoksul !
Şunu dinle, Allah, Peygamber’in eshabına iyi, kötü nice şeyler söyleyip kaç kere itabetti.
Çünkü kıtlık yılında davul sesini duyunca Cuma namazını hemencecik bırakıverdiler.
Başkaları daha ucuza almasınlar, o alışverişle bizim kârımızı onlar elde etmesinler dediler.
Peygamber, namazda kendini tamamıyla niyaza vermiş iki üç yoksulla kalakaldı.

 Allah; “ Davul sesi, abes işler ve alışveriş, Allah Rasülünden sizi nasıl ayırdı?
Şaşkın bir halde buğdaya doğru dağılıverdiniz de Peygamber’i atakta yalnız bıraktınız.
Buğday için olmayacak tohumlar ektiniz, o Hak Resulünü terk ettiniz.
Onun sohbeti oyundan da hayırlıdır, maldan da. Hele bir gör, kimi bıraktın. Gözünü ov da bak!
Hırsınızın yüzünden şunu yakînen bilmediniz mi ki rızık verici benim, rızık verenlerin hayırlısı benim.

Buğdaya güneşle rızık veren Allah,senin ona dayanmanı nasıl olur da zâyi eder?
Buğday için, gökyüzünden buğday gönderenden ayrıldın ha!

Sylvia Brown Kehanetler 2005 2100