Aşık ile Maşuk

Her aşk hikâyesi gibi, her şey, mâşukun cemalinin âşığa görünmesiyle başladı. Ay hilâl oldu; peçesini aralayıp gül cemalinden kaş inceliğinde bir parçayı denize gösterdi. Deniz, bu hilâl kaşa vuruldu ve âşık oldu ay’a. 





Yer durdu, gök durdu, hayat durdu, yıldızlar durdu, evren durdu o ânda. Zaman dondu, ân sonsuzluğa açılan bir pencere oldu. Âşık deniz, ilk kez gerçekten varolduğunu ve varlıkları ilk kez gerçekten gördüğünü sandı. 
Sonra birden her şey yeniden dönmeye başladı. Dünya daha hızlı dönüyor, yıldızlar daha ışıltılı parlıyordu. Hayat daha canlı, evren daha anlamlıydı. 
Aşk boya oldu, âşık denizin yüzünü yaldızladı. Şarap oldu, bir damlasıyla denizi sarhoşluğun en derinine garketti, onu mest etti. Varlığın anlamı oldu, deniz onunla varolduğunu hissetti. Kimse denizi o kadar mutlu ve sarhoş görmedi o güne kadar. 
Âşığın hem gönlündeki, hem gözündeki perdeler kalkmış gibiydi. Baktı, baktı, baktı, bakmaya kıyamadı. Ay yüzlü, hilâl kaşlı mâşukunun cemaline doyamadı. Gündüze düşman, geceye dost oldu. Gündüz ayrılık, gece temâşâ vaktiydi. Gündüz hüzün, gece yakınlık ve meşk demekti. 
Ne çare ki, nâzenin ay uzaklarda, erişemeyeceği yükseklerdeydi. O zaman aşk acz olup yüreğini dağladı; firak fakr olup ruhunu yaktı. 
Ve her âşık gibi yalvarıp dil dökmeye başladı deniz. Dalgalandı, çırpındı. Dalgaları, çırpınışları ay’a yalvarma; ay’da tecellî eden cemalin Sahibine yakarış oldu. 
Uyanık kalb sahipleri gece uyanıp el açarken, o gündüz yalvardı kalbinin Sahibine: 
“Ey cümle güzelliklerin âyet olduğu Sonsuz Güzel, ey cümle kalplerin bağlandığı yegâne Merci, duy sesimi!” 
“Bilirim, sevme Senden, sevilme Senden. Bilirim, gerçekte seven de Sensin, sevilen de Sen.” 
“Ey kalbleri rahmet ve kudretinin iki parmağı arasında tutan, gör halimi!” 
“Öyle bir aşka düştüm ki ya Rabbi. Sadece onu görüyor, sadece onu dinliyor, sadece onu yaşıyorum. Vuslat ver ey Kalbimin Sahibi. Sen ki kimsesizlerin Sahibisin, Sen ki düşkünlerin Yardımcısısın, derdime derman ol!”
Her geçen gece, duâsının cevabını mâşukunun gül yüzünde buldu. Her nazlı mâşuk gibi ay, bir kereden değil, yavaş yavaş, gün be gün, araladı peçesini. Her cemal mertebesinde, varoluşun bir sırrını keşfetti âşık. Sevgilisinin peçesinin her aralanışında sarhoşluğa biraz daha gömüldü. 
Âşık hem memnundu, ama hem de sabırsız. Gündüzler geçmek bilmedi, geceler kısa geldi. Sevgilisi, o doyamadan elveda deyip kaçtı. 
Ve bir gün dolunay oldu mâşuk. Kendisine emanet edilen cemalin bütün nurunu saldı âşığının gözünün önüne. Ay gökte tek iken, âşığı denizin her kabarcığında tecellî etti, sonsuz oldu. Deniz her zerresiyle aya ayna oldu. Zerreler birleşti, yakamoz oldu. Yakamoz âşıkların gözlerine, oradan da yüreklerine güzellik oldu.





Yakamoz, deniz ile ay’ın aşkının en derin sırrıydı. Ve bu sırrı ancak âşıklar hissedebilirdi. 

Deniz, aşkla kendinden geçti. Cezbeye kapıldı. Meczub oldu. Kabardı, kabardı, kabardı. Bentleri yıktı, sınırlarını aştı, mâşukuna koştu. 
Ama heyhat! Aralarındaki mesafe ne yürüyerek, ne de koşularak aşılası değildi. 
Ay, mâşukunun coşkusuna nazlı bir küskünlükle cevap verdi. Hem kavuşulmak, ama hem de sonsuz uzakta kalmak istercesine, adım adım yüzünü gizlemeye başladı yeniden. Her gece peçesini biraz daha örttü cemalinin üzerine. 
Âşık duruldu. Bu defa ayın da ayna olduğunu hissederek duruldu. Anladı ki, ay’ı ay yapan, üzerinde yansıyandı. Kendisi ay aynasında yansıyana âşıktı. Ay aynası kırılabilirdi. Ama o hiç bitmeyen bir güzellik istiyordu kalbini bağlayacak. Anladı ki, kalbindeki sonsuz aşkın adresi ancak sonsuz bir Güzeller Güzeli olabilirdi, kırılası aynalar değil. 
Hüzünsüz bir hüsn bulmuştu artık. Ay’a aşkı bir köprü olmuştu sonsuz hüsn sahibi Hakikî Mâşuk’a varmak için. 
Ve Rabbine bu defa şöyle niyaz etti: 
“İbrahim gibi sesleniyorum sana ey Güzeller Güzeli. Kalbim sonlu olana razı değil; ruhum batıp gidenlere bağlanası değil. Meğer Seni istermişim, Seni söylermişim… Beni cemalinden mahrum etme, beni aşkından azad etme!” 
Birkaç gün sonra, deniz ile ay’ın aşk hikâyesi yeniden başladı. Görünüşte her şey benzerdi, ama âşık deniz biliyordu ki, hikâyelerini yazan bir Başkasıydı. Bu öyküyü yazan, bütün aşkların gerçek adresi ve yüreklere aşkları cemal kalemiyle yazan gerçek Mâşuk’tan başkası değildi… 
Evet, en hasretli, en nuranî, en güzel aşklardan birisi ay ile deniz’in her ay, her gün ve her dem yaşadığı... 
Deniz ve ay, bir kabarıp bir durulmanın, bir küsüp bir barışmanın, gelemeyişin ve gidemeyişin, gelişin ve gidişin, gelgitin; sonsuz uzaklığın, sonsuz ayrılığın, ama aynı zamanda sonsuz yakınlığın, bir olup nur saçmanın, sevenlerin birbirine ayna olmasının, bir olup gerçek aşka mazhar olmanın simgesi olarak aşklarını dalga diliyle, nur diliyle anlatmaya devam ediyor...

Sylvia Brown Kehanetler 2005 2100